Gelin içtiğiniz kahvenin tadına varın
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun üniversiteli genç profesörlerini ziyarete giderler. Sohbet ilerleyip sonunda işin ve hayatın stresinden şikayetleşmeye döner.
Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider, ve yanında büyük bir termos içinde kahve ile döner. Kahvenin yanında porselen, cam, kristal, plastik olmak üzere değişik tarzda ucuz görünenden pahalı ve çok özel olanlarına kadar değişik bardaklarla gelir. Herkes kendine bir bardak seçer ve seçtikten sonra profesör şöyle söyler.
Fark ettiyseniz tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye sadece ucuz görünümlü bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı seçmeniz ve istemeniz normal olsa da bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Şundan emin olun ki bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi bardak değil ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Şunu bir düşünün hayatı bir kahve olarak algılayın. İş, para ve toplumdaki konumunuzda bardaklardır. Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır. Ve seçtiğiniz bardak yaşadığınız hayatın kalitesini belirlemediği gibi tadını değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Gelin içtiğiniz kahvenin tadına varın. En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olan insanlar değildirler. Sadece her şeyin en iyi şeklide tadını çıkartırlar.
Bu günkü insanoğlu hep bir arayış içinde ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki çok paramız, bir mevkiimiz, çok güzel bir villamız veya son model bir arabamız olunca çok mutlu olacağız. Ama maalesef böyle değil. Hayatta önemli olan şey sadece kendimiz için kazanmaktan ziyade. Kimi zaman yavaşlamak anlamına gelse bile kendimizle birlikte diğerlerinin de kazanmasına yardım etmektir.
Bundan seneler evvel Seattle özel olimpiyatlarında zihinsel engelli olan dokuz yarışmacı 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplanırlar. Başlama işaretiyle birlikte hepsi birden yarışa başlarlar. Yarış başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düşer ve ağlamaya başlar. Diğer sekiz yarışmacı genç delikanlının hıçkırıklarını duyup ve yavaşlayarak geriye baktıktan sonra hepsi yönlerini değiştirip geriye dönerek genç delikanlının yanına gelirler
İçlerinden biri delikanlıyı kaldırır sonra dokuzu birden kol kola girip bitiş çizgisine doğru hep birlikte koşmaya başlarlar. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca bu yürekli insanları alkışlarlar. Bu olaydan insan olarak çıkaracağımız çok dersler olduğuna inanıyorum. Bu günün insanı bencillikten kurtulup sencilliğe yönelmediği sürece mutluluğu yakalaması biraz zor görünüyor. Bugün kıymetini bilemediğimiz en değerli şeylerden biride manevi duygularımızdır.
İnsanlarımız arasında ki sevgi, saygı, hoşgörü, iyi niyet, sadakat, paylaşma, dostluk, arkadaşlık, aileye bağlılık gibi duygular biraz azalmış durumda. İnsan bu duygularla vardır. Hayatımız bunlarla anlam kazanır ve yaşanır hale gelir. Bugünün insanı hayatı sadece para ve varlıktan ibaretmiş gibi görüyor. İnsanlar anında birbirini sevip anında da birbirlerinden nefret edebiliyorlar. Birbirlerine sadakatleri karşılıklı menfaatlerinin azlığı veya çokluğuna bağlı. Oysa ki maneviyattan uzak böyle bir yaşam şekli kendilerini yalnızlaştırıyor. Hiç kimse karşısındakine güvenip hiç bir şeyini emanet edemiyor.
Evlerimiz kapılarını hep çelik kapılar yaptık. Ama bunun yanında da kalplerimize de çelik kelepçelerden şüpheler takıyoruz. İnsanlar birbirlerine maddi güçlerle bağlı. Para varsa huzur var, mutluluk var. Para yoksa huzursuzluk var diyecek kadar pervasızlaşıyorlar. Eşlerden biri önceden iyi bir maddiyata sahip olsa bile zamanla maddi güçlüğe düşebiliyor. Bu durumda iyi günde ve kötü günde beraberiz dediği hayat arkadaşına hemen sırt çevirip kendisinden uzaklaşabiliyor. Bugünlerde televizyonlarda seyrettiğimiz aile ve eşler arasında yaşanan dramatik olayları içimiz yanarak izliyoruz. Bence burada asıl sorun aile içi iletişimsizlik ve kaybedilen yada hiç önemsenmeyen manevi duygulardır.
Evet önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibide bir şansımız yoktur. İşte bu yüzden içimizde sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyor ve mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiçbir anlamı yok ayağımızı gazdan yavaş, yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık aceleye ne gerek var.
Herkese iyi hafta sonları…